Ülkemizde yasal mal rejimi dışında özel bir düzenleme yapma veya farklı bir mal rejimini kabul etme gibi durumlar yok denecek kadar az rastlanmaktadır. Bu nedenle yazımızda yasal mal rejimi olan “Edinilmiş Mallara Katılma” uygulaması incelenecektir.
Evlilik birliği herhangi bir nedenle (ölüm, boşanma vb.) sona erdiğinde mal rejimi de sona erer. Boşanma halinde sona erme tarihi boşanma davasının açıldığı tarihtir. Ölüm halinde sağ kalan eş, kendisi dışındaki mirasçılara karşı veya ölen eşin mirasçıları, sağ kalan eşe karşı dava açabileceği gibi, boşanma halinde de eşlerden her biri diğerine karşı boşanma kararının kesinleşmesini takiben dava açabilirler.
Uygulamada boşanma dışındaki nedenlerle mal rejimi tasfiyesine ilişkin dava açılması pek nadirdir. Çoğunluk davalar boşanma davası ile birlikte veya boşanma kararı sonrası açılmaktadır. Sık rastlanan ancak hukuk tekniği açısından hatalı bir uygulama olarak, boşanma davası ile birlikte mal paylaşımına ilişkin taleplerin de birlikte ileri sürüldüğü görülmektedir. Mal rejimi tasfiyesine ilişkin davalar olarak adlandırdığımız mal paylaşımı davalarının görülebilmesi için, evlilik birliğinin sona ermesi (yani boşanma kararının kesinleşmesi) gereği ön koşul olarak aranır. Aynı nedenle boşanma davasının devam ettiği (derdest olduğu) sırada açılan mal paylaşımına ilişkin davalarda boşanma davasının sonucu bekletici mesele sayılmaktadır.
Ülkemizde 743 sayılı Medeni Kanun döneminde “Mal Ayrılığı”, yasal mal rejimi olarak benimsenmiş iken 4721 sayılı yeni Medeni Kanun’un yürürlük tarihi olan 01.01.2002 tarihinden itibaren “Edinilmiş Mallara Katılma” rejimi yasal mal rejimi haline gelmiştir. Eski Medeni Kanunun 170. maddesindeki mal rejimi ile Yeni Medeni Kanunun 202. maddesindeki mal rejimi sistemleri birbirine zıt olup ilkinde aksi kanıtlanmadığı müddetçe mallar ayrı iken ikincisinde aksi kanıtlanmadığı müddetçe eşler eşit hak sahibidir.
Buraya kadar yazdıklarımızı özetlemek gerekirse ; karı koca olan eşler arasında sözleşmeyle başka bir mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediği müddetçe evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 sayılı TMK md. 170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı Yasa m. 10, TMK md. 202).
Mal rejimi tasfiyesinden doğan alacak davaları:
01.01.2002 tarihine kadar evlilik birliği içinde edinilmiş mallara ilişkin olarak yasal mal rejimi olan “Mal Ayrılığı” uygulanacaktır. Bu dönemde edinilmiş mallarla ilgili olarak taraflar birbirine karşı “Katkı Payı Alacağı” davası açabilir.
Katkı payı alacağı davasında ispat yükü, katkıda bulunduğunu ileri süren tarafa düşer. Örneğin 1999 yılında bir taşınmaz satın alınırken altınlarını bozduran veya akrabalarından karşılıksız parasal yardım alarak taşınmazın alımına katkıda bulunan eş bu iddiasını kanıtlayarak alacak talebinde bulunacaktır. Bu katkı mutlaka ayın cinsinden olmayıp hizmet şeklinde de sunulmuş olabilir. Bu durumda da görülen işin veya hizmetin katkı payı alacağına dönüşmesi için uygun vasıtalarla ispatı gerekir.
10 yıllık genel zamanaşımına tabi olan bu davalarda katkının dava tarihindeki mal varlığı değerine olan oranı üzerinden hesaplanacak katkı payı alacağı için nisbi harç alınır.
01.01.2002 tarihinden sonra edinilmiş mallara ilişkin katılma rejimi geçerli olduğundan bu dönemde edinilen mal varlığı haklarının tasfiyesine ilişkin taraflar birbirine karşı “Değer Artış Payı” veya “Artık Değere Katılma” alacağı talepli olarak dava açabilirler.
Yukarıdaki iki talebi birbirinden ayıran ise birinde ispat koşulu aranırken diğerinde yasa gereği tanınan hak nedeniyle ayrıca ispat koşulu aranmamasıdır. Örneğin, evlilik birliği içinde edinilen bir ev ve bir araba koca adına kayıt ve tescil edilmiş ise diğer eş her iki mal varlığı üzerinde eşit hakka sahip olduğundan ayrıca herhangi bir hususu ispat yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak evin veya arabanın alınmasına ayrıca esaslı bir katkıda bulunduğu halde katkısı karşılıksız kaldıysa Değer Artış Payı alacağı talebinde bulunabilecektir. Yasa koyucu her ne kadar çoğunlukla gelir getirici bir işte çalışmayan eş konumundaki kadının haklarını gözeterek yasal mal rejimini düzenleme yoluna gitmiş ise de bu hususta kadın-erkek ayırımı yapılmadığı da unutulmamalıdır.
Yukarıda saydığımız üç dava türünün ortak özelliği, her birininayrı ayrı birer alacak davası olması, yani ayni bir talebe ilişkin olmamasıdır. Yaygın olarak bilinen adıyla Mal Paylaşımı Davaları başlığı altında konuyu incelemiş olsak da sonuçta karşı taraftan bir ayni hak (örneğin bir daire veya arsanın yarısı) talebinde bulunulması söz konusu değildir. Bu nedenle bu tip davaları mal rejimi tasfiyesine dayalı alacak davaları olarak adlandırmak daha yerinde olacaktır.
Son iki dava türüne ilişkin kanun koyucu bir yıllık bir hak düşürücü süre öngörmüştür. Bu nedenle bu tip davaların evlilik birliği sona erdikten sonraki (boşanma halinde kararın kesinleştiği tarihten itibaren) bir yıl içinde açılması gerekemektedir.